sayisal loto

milli piyango idaresinin bize vermis oldugu ozgurlugu kullanip kolon doldurmayi bilgisayar tarafindan uretilmis bir dizi kombinasyon iceren kagidi satin almaya tercih ederiz. ve bunu yaparken slot makinalarini es gecip rulet masasina yonelen kisinin duydugu hazi duyariz. fakat ne hikmetse birbirine cok yakin rakamlardan olusan kombinasyonlardan uzak dururuz. ve ister istemez, her kolonda bir onceki kolonlardaki secimlerimizi goz onunde bulundurarak hareket ederiz. kisacasi rakamlari rastgele secmeyi bir turlu beceremeyiz ve sonucta kaybeden de biz oluruz. noter huzurunda toplar yuvarlanmaya baslar: 19…23…24…27…29... 32 ve buyuk ikramiye devreder. ertesi hafta normalde bir kolon oynayan kisi bu sefer iki kolon doldurmaya karar verir. bu talep patlamasindan karli cikan tek taraf ise toplanan paralarin yarisini cebine indiren devlet olur.

tesadufi mutluluklar

Being among the elect is a theological notion that means: not as a matter of merit but by a super-natural judgment, a free, even capricious, determination of God, a person is chosen for something exceptional and extraordinary… Like parodies of themselves, theological notions are reflected in the triviality of our lives; each of us suffers (more or less) from the baseness of his too commonplace life and yearns to escape it and rise to a higher level… The feeling of being elect is present, for instance, in every love relation. For love is by definition an unmerited gift; being loved without meriting it is the very proof of real love. If a woman tells me: I love you because you’re intelligent, because you’re decent, because you buy me gifts, because you don’t chase women, because you do the dishes, then I’m disappointed; such love seems a rather self-interested business. How much finer it is to hear: I’m crazy about you even though you’re neither intelligent nor decent, even though you’re a liar, an egoist, a bastard.

-Milan Kundera

1) bir erkek icin en cekici olan kiz ona optimum seviyede naz yapandir. bir baska deyisle, en heyecan verici flörtler 50% basari vaad edenlerdir. (bir onceki postun konusuydu bu) erkekler ödül vaad eden her oyunun sonucunu yazi turaya birakmaktan cok hoslaniyor. peki nicin? bence cevap tesadufi basarilarin algilanisinda ortaya cikan secilmislik hissinin altinda yatiyor. bu his cok derin, ic gidiklayan bir his. dinsel cercevede yorumlanabilecek cinsten, evrensel bir his. hepimizin gizliden gizliye siddetle arzuladigi, genlerimize kadar kazinmis bir his.

2) mantiksal temelleri olmayan, tesadufi elementlerle bezenmis iliskiler… kundera’ya gore bizi en fazla tatmin eden iliskiler bunlar. mantik aramanin, kesip bicmenin cirkin bir tarafi var nedense. holistik yaklasmanin ise apayri, aciklanamayan bir guzelligi. temelleri tesaduflere dayanan vakalara reductionist sorular yoneltilemez. onlari algilayabilmenin tek yolu holistik yaklasimdan gecer. tesaduflerin estetik dokusu iste bu acizlikten dogar.

acaba (1) ve (2)’yi ayni anda yasamak mumkun mu? soru: “nicin benimle birliktesin?” cevap: “cunku başta benimle birlikte olmayi kabul edip etmeyecegine dair hic bir fikrim yoktu. beni cezbeden buydu.”

3) Burak’in 'Anlamama Aşkı’na ne demeli peki? filmler ve siirler… her biri, ona neden vuruldugunu bilmeyen bir sevgiliyi arzuluyor.

optimum naz

Wolfram Schultz, then at the University of Fribourg in Switzerland, did some critical studies. He would train a monkey at a task. A light comes on, signaling the beginning of the reward period. This means that if the monkey presses a lever X number of times, after a few seconds’ delay it will receive a bit of some desirable food. Thus one would predict that the dopamine pathway becomes activated after that food reward. But no. When does activity peak? Right after the light comes on, before the monkey performs its task. In this context, the pleasurable dopamine isn’t about reward. It’s about the anticipation of reward. It’s about mastery and expectation and confidence… Light comes on, press lever, get reward. Now introduce the Maybe. Light comes on, press lever, get the reward a few seconds later… but only an average of 50 percent of the time. Right on that fulcrum of uncertainty, maybe yes, maybe no. And remarkably, the total amount of activity of that dopamine pathway increases. And even more remarkable is the way that it does. Light comes on in the fifty-fifty scenario and there’s the usual dopamine rise, fueling the lever pressing. And, lever pressing completed, a second phase of dopamine release begins, gradually increasing, peaking right around the time that the reward would happen if it is going to occur. Suppose the experimenters decreased the degree of uncertainty, of unpredictability; light comes on, lever is pressed, but now there’s a 25 percent or a 75 percent chance of reward. Note how different 25 percent and 75 percent are, in that they represent opposite trends toward the chances of reward. But what they have in common is that they carry less of a maybe than the 50 percent scenario. And now that secondary rise in dopaminergic activity occurs, but to a lesser extent. The total amount of dopamine released is highest under conditions of greatest uncertainty as to whether a reward will occur.

- Robert Sapolsky

yani ‘normal’ kosullar altinda, erkekler ne kolayca elde edebilecekleri kizlarin, ne de elde edebilmeleri imkansiz olan kizlarin pesinden kosuyor. kizlar da duruma gore az ya da cok naz yaparak bu hassas dengeyi korumaya calisiyor.

optimum derecede naz yaparak erkeklere maximum derecede dopamine salgilatabilen dişi, bir cok erkegin ilgi odagi olur ve bu erkeklerden en fit olanlarla bebek yaparak naz yapma yetenegini genetik yollarla gelecek jenerasyonlara aktarir. en fit erkekleri secerek cogaldigi icin, onun cocuklarinin diger dişilerin cocuklarina oranla hayatta kalma sanslari daha yuksektir. ve bu cocuklar buyuyup eş secme evresine gelince, annelerinden gelen ‘optimum dozda naz yapabilme’ avantajlarini kullanirlar. boylece dongu tamamlanir ve dongu tekrarlandikca optimum dozda naz yapabilenlerin sayisi bunu beceremeyenlerin sayisini gecer. ve er ya da gec tum kizlarin naz yaptigi bir toplum ortaya cikacaktir.

peki bu sonu korkunc bulan erkekler icin hic bir umut isigi var mi?

1) naz yapma, genlerden bagimsiz bir sekilde, tamamen kulturel yollarla jenerasyonlar arasi aktariliyor olabilir. (genclerin bir onceki jenerasyonun yaptigi filmleri izlemesi etc.) fakat yine de, yukaridakine benzer bir evrim bu sefer kulturel bazda gerceklesecegi icin, sonuc muhtemelen ayni olacaktir. (bakiniz: meme) tabi ciddi boyutlarda yasanan sosyal krizler yuzunden bu evrim tekrar sifirdan baslamak zorunda kalabilir. (savas sonrasi erkek nufusun ciddi sekilde azalmasi etc.) hatta bazi sosyolojik faktorler bu evrimin baslamasina bile izin vermeyebilir. (evlilik kararlarinin tamamen ebeveynler tarafindan verilmesi etc.)

2) modern toplumlarda eş bulmaya ayrilan vakit cok az. dolayisiyla populasyon bu yonde evrim gecirebilmesi icin gerekli olan interaksiyon sayisina ulasamayabilir. (tabi, ‘optimum dozda naz yapabilme’ kapasitesi kulturel degil de tamamen genetik duzlemde aktarilan bir ozellikse, modern toplumlardaki dinamiklerin pek bir onemi kalmiyor.)

3) her kadin kendi istedigi sayida cocuk dogurma ozgurlugune sahip oldugu icin gen dominasyonu beklenen yonde gerceklesmeyebilir. mesela optimum duzeyde naz yapabilmeyi basaran kadinlarin sayisi az ise, ve diger kadinlar kiskancliktan oturu onlari gen havuzundan silmeye ant icmislerse, sonuc cok daha farkli olacaktir elbette.

4) her kiz esit derecede cekici degil. bu demek ki ‘optimum dozda naz yapabilme’ ozelligi farkli cekicilik duzlemlerinde es zamanli sekilde evrimler geciriyor. (burada cekiciligin bireysel degil evrensel bir kavram oldugunu varsayiyorum. gerci bunu dogrulayan onlarca arastirma yapildigi icin herhangi bir varsayimda bulunmama gerek yok. mesela “su fotograflar arasinda en guzel japon kiz kim?” sorusu bir amerikali ve bir japon arasinda anlasmazlik yaratmiyor.) esit cekicilikte olan bir grup kizin arasindan evrim optimum dozda naz yapabileni seciyor. (burada kizlar optimumu karsilarindaki erkege gore ayarliyorlar. bu cok onemli. yani genel bir optimum yok. erkek ne kadar kendine guveniyorsa, kiz o kadar naz yapmali ki, her kosulda erkek kizi elde edebilme sansinin yuzde elli olduguna inansin.) ve sonuc gene ayni oluyor. tek fark bu sefer bir kac evrimin ayni anda gerceklesmesi.

5) erkek yeni bir eş arayisina girmenin cok maliyetli olduguna inanirsa, optimum seviyenin altinda bir dopamine salınışına razı olabilir. mesela bu durumda erkege sub-optimum sekilde 40% sinyalini veren kadin bile basariya ulasacaktir. ve boylece evrim farkli sekilde sonuclanacaktir.

6) eger erkekler arasinda rekabet varsa tum dinamikler degisir. (mesela tekeşli toplumlarda ciddi bir rekabet soz konusu.) diyelim ki iki erkek de ayni kiza vuruluyor ve ikisi de o kizi elde edebilme sansinin yuzde elli olduguna inaniyor. tekeşlilige inanan kizimiz ise sadece bir kisiyle birlikte olabilecegini ilan ediyor. erkekler bu işin ancak kavgayla cozume kavusabilecegini farkediyor, ve her biri kisa bir analiz yaptiktan sonra digeriyle az cok ayni gucte oldugu kanaatini getiriyor. boylece iki erkegin de kizi elde edebilme sansi {(kavgayi kazanma sansi) x (kizi rekabetin olmadigi bir ortamda elde edebilme sansi)} = (1/2) x (1/2) = ¼ = 25% seviyesine dusuyor. yani yeni senaryo her ikisi icin de optimum duzeyin altinda bir dopamine salınışı vaad ediyor. bu durumda iki erkek de meydani terkedip baska bir kiz aramaya karar verebilir. veya dinamiklerin degistigini farkeden kiz, naz seviyesini dramatik bir sekilde dusurup kendisini tekrar optimum sekilde cekici kilabilir. ya da erkeklerden biri zaferle sonuclanabilecek kavganin vaad ettigi extra dopamine salınışını dikkate alip ilk yumrugu atabilir. kisacasi olayin icine rekabet girince evrimin hangi yonde ilerleyecegini tahmin etmek guclesiyor.

7) “abi birak bu ayaklari ya… aşkın gozu kör! teori meori hikaye!” deyip, kanaatinizi yuzlerce turk filmi senaryosunu masama firlatarak destekleyebilirsiniz. ve bununla da kalmayip fuhus sektorunun dunya capindaki buyuklugunu cesitli istatistiklerle ortaya koyabilirsiniz. (bir yanda gerceklesme ihtimali yuzde sifir olan bir ask yuzunden kendini yiyip bitiren delikanlilar ve hanimefendiler. obur yanda parayi bastirarak yuzde yuz olasilikla elde edilebilen kadinlar ve bu kadinlarla birlikte olanlar erkekler.) ben de “herkesin teorisi kendine.” gibisinden absurd bir cevap verip zirvalamaya devam ederim.

patolojik nostalji

ah, thenadays--so close to "them were the days"--when there was no crime, divorce was unheard of, people knew how to spell, everyone had good handwriting, propriety and decorum ruled, and so on and on into the long boring night of nostalgia. start talking about thenadays and one soon finds one's intellectual motor has shifted into full crank, with everything about nowadays dreary, third-rate, and decline-and-fallish. a big mistake. the reason old people think that the world is going to hell, Santayana says, is they believe that, without them in it, which will soon enough be the case, how good really can it be?

- Joseph Epstein

"biz eskiden..." ile baslayan monologlar patolojik turden nostaljik egilimler icerebilir. karsinizdaki kisi gizliden gizliye, hic bir zaman tadina bakamayacagi bir gelecege ozlem duyuyor olabilir.

say cheese

Paul Ekman'a gore, gercek bir guluste, kontrol edilmesi neredeyse imkansiz olan orbicularis oculi pars obitalis kaslarinin gerilmesi (yani kaşlariniz hafiften asagi inmesi, ve kaşlariniz ile ust kirpikleriniz arasinda kalan dokularin sikilasmasi) gerekiyor. yalnizca zygomatic major'un (şakaklardan dudaklara dogru uzanan kasin) harekete gecirilmesiyle elde edilen gulumsemeler ise hakiki bir mutluluk barindirmiyor. (kizginlik ve tiksinti gibi hislerin disavurumu icin aktive edilen yuz kaslarinin kontrolu gayet kolaydir. dolayisiyla bu tur ifadelerin hakiki olup olmadigini anlamak cidden zordur.)

biraz teatral yetenek ve biraz pratik ile gercege yakin gulucukler uretmek elbet mumkun. fakat rol keseyim derken vucudunuz endorphin salgilamaya baslarsa sakin sasirmayin. Ekman’in arastirmalari, yuz ifadenizin o anki duygusal durumunuzu belirleyen fizyolojik verileri yansitmakla yetinmedigini, ayni zamanda bu verileri, etrafinizdakilere gonderdigi sinyallerle ortusecek sekilde bicimlendirdigini gosteriyor. (e.g. bunalan insan suratini asar, suratini asan insan ise bunalir.) kisinin kendi agzindan ne cikarsa inanmasi gibi bir sey bu. (yalan soyleyememekten daha cilgin!)

sonuc: iyi tiyatro oyunculari ister istemez rollerini ‘yasamak’ zorundalar.

nihilizm ve bireycilik

yoksul, icinde bulundugu kotu sartlardan oturu, zengin ise luks hayatin getirdigi doygunluktan dolayi nihilizme suruklenebilir. fakat, politik uzuvlari anarsizmden pasifizme kadar cekilebilen nihilizm ucu acik bir doktrin oldugu icin toplumsal anlamda birlestirici bir rol ustlenemez. onun catisi altinda dogan bir orgut (her kural tanimaz, karamsar elemanlardan olusan grup gibi) zamanla ufalip ivme kaybeder ve bireyciligin guclu cekim alani tarafindan yutulur.